25 Temmuz 2008 Cuma

DÜŞÜNÜYORUM ÖYLESE VARIM !


Yaşamla aramda güçlü bir bağ vardır her zaman, en zayıf hisettiğim anlarda bile koparmak istemediğim bir bağdır bu. Her zaman daha fazlası olduğunu bilirim hayatın bize armağan edeceği. Hiç bir şey tesadüf değildir, sebepsiz sonuç olmaz diye düşünürüm çünkü, iyi ya da kötü birer öğretisi vardır tüm yaşananların. Umutlarım kolay filizlenir bu yüzden, daima görmediğim duvarların arkasındaki bilmek ister, karşı kıyının gözyüzünü merak ederim. Ne sorularım biter bu yüzden yaşama karşı, ne baş kaldırışlarım.

Ama yine de kıskanırım şu hayata tam bir felsefe oturtmuş, çözmüş edasıyla sakin duran insanları. Çünkü tüm doz aşımına uğramış optimist düşünce yapıma rağmen, ne kanımdaki, ne içimdeki fırtına durulur benim. Ne sebatlı olmayı öğrenebildim hayatım boyunca, ne de ermiş edasıyla beklemeyi yaşanacakları. Bir itiş kakış halinde dolanır durur düşünceler beynimde, şu piyango çekilişlerinde şanslı sayıları belirlemek için dönüp duran toplar gibi..

Hiç Osho okudunuz mu bilmem. Osho demiş ki “Düşünce sana doğru cevabı veremez çünkü düşünce sadece bilineni tekrar edebilir.”. İlginç bir adamdır Osho hayatı kendince çözmüş, yaşamdan kendince zevk alabilen, mütevazi ve bilge bir duruşu vardır. Çok mu severim, öyle akımına kapılmış savrulanlardan değilim ama, nedense hayat akıyor da Osho duruyormuş gibi gelir bana onun yazılarını okudukça. Belki savrulup durmuyor güçlü bir duruşu vardır ondan böyle diyeceksiniz ama, bedeni değil, düşünceleri yaşayan bir adam hissi veriyor bana nedense, düşüncenin yaşam formunda görünmesi gibi yani. Yaşamak bu mu olmalı? Oysa yaşar Osho müziği sever örneğin, ama nedense müzik çalar, o durur benim kafamda canlanan görüntüde, huzur içinde dinler, kıpırdamaz onun hayat ağacının yaprakları. Durur.

Düşüncelerim bildiklerimin tekrarı mıdır gerçekten? O zaman bir yap-bozun parçaları o yap-bozun bütünüdür demekle aynı şey bu bana göre.. Evet düşüncelerim var olan bir bütünün parçaları belki, ama parçaları birleştirmeden resmin tamamını da göremem ki. Resmin tamamını gördüğümde ancak çözümü bulabileceğime göre de Osho’ya katılamayacağım. Doğru cevap (eğer otistik ya da benzeri bir rahatsızlığım yoksa)parçaları birleştirdiğimde görebileceğim bir bütündür.

Bana ait her düşünce kafamın içinde etiketlenmiş bölümlerde düzen içinde durmadıklarına göre de, her bir araya getirdiğimde farklı resimler görebileceğim bir hazineye de dönüşebilir aynı zamanda, rengarenk lego parçalarından yapılmış oyuncaklar gibi.. Hayal gücü diye buna denmez mi sahi? Bu gün söylediğimi, yarın yalanlayabilirim o halde, idealar yaratmadığım, idealist olmadığım sürece demek olur bu da.

Düşününce her şeyi yalanlayabilirim bencelerimle, o kadar kapasiteliyim yani.. Örneğin idealizmin bir saplantı olduğunu ikna edebilirim bir kaç kişiyi biraz zorlasam, ama ardımı dönüp diğerlerini de inandırabilirim bir ideal uğruna ölmeye. Bu hangi sıfatları ekler adımın önüne o ayrı bir konu tabi, farz-ı misalleri konuşuyorum sonuçta. İçi boş bir valizi doldurmak kolaydır nasılsa, dolusuna eklemek için tepiştirmek gerekir, ya da bir kaç parçayı eksiltmek.

Peki bize okutulup öğretilen her şey de birer düşünce değil midir sonuçta, içine yorum katılmamış (pozitif bilimler hariç) ne kadar kaynak biliyorsunuz. Tüm inceleme ve araştırmalar birer bence değil midir sonuçta. Başkalarının bencelerinden öğrendiklerimizle oluştururuz beynimizdeki pek çok benceyi bizde.. Hatta nesneleri tanımlamak, kendimizi ifade etmek için kullandığımız her kelime bile birinin “bence buna şöyle diyelim” demesi sonucunda oluşmuş değil midir? Her şeyin bir isim babası vardır illaki.. Nedense bu şeyler öksüzdür bu yüzden, anneleri olmamıştır hiç.. Birilerinin yüzyıllar içinde kurguladığı bir düzenin devamında öksüz kavramlar denizinde düşünmüyor muyuz hepimiz.

“Himinileri gobardatacak hobarak aranıyor” espirisinin bir gün bir sektör adı olmayacağı ya da "himinizm" diye bir akım olmayacağının garantisini verebilir misiniz? Her şey birer kavramdır sonuçta, birilerinin bencesini bizce yapışımızdır. Çünkü adlandırmak, somutlaştır düşünceleri, özetlememizi, sembollerle anlaşmamızı kolaylaştırır. Ben hümanistim dediğimde bir kelime yeter genel düşünce yapımım özetine, ama hümanizmin tanımını vererek, “yani ben böyle düşünüyorum” diye bağlamak için epey kelime tüketmek gerekir semboller olmasa.

Alacakaranlık Kuşağı diye bir dizi vardı eskinden bilmem hatırlar mısınız? Müdavimi olduğum bu dizinin her bölümünde garip olaylar sinsileleri yaşanırdı. Bir bölümünde evli ve tek çocuk sahibi adam yataktan kalkıp, mutfakta kahvaltı hazırlamakta olan karısının yanına gidiyor. Ancak karısı öyle garip konuşuyor ki, hiç bir şey anlamıyor ama işin garibi karısı da onu anlamıyor. Aslında aynı lisanı konuşmalarına rağmen dildeki bütün kavramların adı bir diğeriyle yer değiştirdiği için sadece şaşkın şaşkın birbirilerine bakıyorlar. Bu bir kabus olmalı modunda çocuğunun odasına yönelen adam, uyuyan çocuğunun başucunda duran ilk sözlüğüm tarzında resimli çocuk kitabını açtığında olayı çözüyor. Çünkü köpek resminin altında lamba, kapı resminin altında çiçek yazıyor. Düşüsenize beyninize yıllardır yerleşmiş tüm sembollerin çöküşü, kavramlar kargaşası.

Nedense TL’den YTL’ye geçişimizi çağrıştırıyor bu da bana, ya da geçemeyeşimizi, eskilerin “Kaç para bu evladım” sorularındaki gerçek birimin para olmasıyla eğlenişimizin ardından, gülme komşuna gelir başına misali milyonsuz tutarlardan bahsetmek zor geliyor bana şimdi.

“Bir insanın düşüncesini açıklayamaması köleliktir.” demiş Euripides. İçimde garip bir baskı oluşturur benimde düşündüğümü söyleyememek bu yüzden.. Tabuların, karşıt düşüncelerin, hayatımızdaki içsel ve dışsal otoritelerin kölesi olarak yaşamak yorar beni. Oysa düşünce denizi ile ses düzeneği arasında moderatörlük yapamayanlara “densiz” denir. Nedir densiz, lafın nereye gittiğini bilmeden, olur olmaz yerlerde, olur olmaz şeyleri söyleyen. Olur olmazlık da yer ve zaman göre değişken olduğundan, neyin olur, neyin olmaz olduğunu bilecek bir muhakeme yeteneği ve dış algı gücüne sahip olmanız gerekir bu yüzden densiz olmamak için. Ama öyle zamanlar gelir ki düşüncenizi söyleyiş şekliniz, seçtiğiniz kelimeler, ses tonunuz, karşı tarafın algı durumu hafifletici sebepler olarak lehinize çalışır ve densizlikden, açıksözlülük mertebesine eriverirsiniz. Negatif kutuplar arasında hep bir ince çizgi vardır nedense, aşk ve kin gibi. Densizlik/patavatsızlık ve açıksözlülük arasında da böyle bir ince çizgi vardır bana göre de. Siyah ve beyaz gibidir bunlar ortası yoktur, grinin keşfedilmediği zamanlardan kalmadır. Düz mantığın, felsefeye eremediği yerlerden gelmiştir.

Komik kelimeler bunlar aslında, bir yandan şöyle ciddi ağır bir yazı yazayım diyorum ama durmuyor içimdeki dürtü nedense. Düşünsenize densiz in anlamı şöyle olsaydı ;

“Abi doktor söyledi bende ileri derecede den eksikliği varmış, densizmişim abi”,
“Hastanemizde yatmakta olan ağır densizlik yaşayan bir hasta için acele den aranıyor”
“Annem gönderdi teyze, evde hiç patavat kalmamış sizde varsa biraz verebilir misiniz?”
“Başınız sağolsun niye öldü karınız?”
“Patavatsızlıktan”

Şu son örnek olmayacak bir şey değil hani? Hani karı dırdırından bıkmış bir kocanın, hürriyet üçüncü sayfa haberlerine konu olması öncesi, elleri kelepçeli olarak sorularını yanıtladığı bir muhabir arasında yaşanabilecek bir diyalog olamaz mı sizce de.

Hayat bize düşünce yapımızla paralel zeminler hazırlar sanırız her zaman, hep sandığımız gibilerin gerçekler olduğunu düşünürüz. En çok “bence de” dediğimiz kişileri severiz mesela bir de. Hayata bakışı doğru gelir çünkü bize o kişinin, aslında kendi bencelerimizi sevdiğimizi farketmeyiz.. Birden “hakkaten ya” dediklerimiz var dır ki, işte onlar idoldür. Kendi egomuzun yansımasıdır çoğu zaman bu kişiler. Bir numaradır. Bir gün düşünce yapısında değişiklik olduğunda kabul edemeyiz bunu asla, hazmedemeyiz. “Çok değişti ya eskiden böyle değildi” deriz. Oysa değişim hayatın ta kendisidir. Bizim değişime uyum sağlama yeteneğimiz belirler çevremizdeki kalabalıkları bu yüzden bence. Uyumsuzlar değişime tepkili olanlardır. Haklılar veya haksızlardır o duruma göre değişir tabi, her konu başlığı altında farklı değerlendirilebilir bu uyumsuzluk. Ama sonuç değişime tepkidir özünde.

Baksanıza zorlasam bir Leo Buscaglia yazısı çıkartacağım bende.. “Yaşamak, sevmek, öğrenmek” kitabını okumayanınız var mı? Hayat koçu olabilir miyim ben de acaba diye düşündüm şimdi birden.. Koç gibi olur muyum o zaman acaba? Rahmi Koç gibi mesela ?

Tatile ihtiyacım var benim galiba.
Herhangi bir amacı olmayan düşünce denizimde boğuldunuz için teşekkür ederim.

Saygılar
Fasulye





1 yorum:

akilliigne dedi ki...

selam arkadaşım
yazını okudum güzeldi hem de
elbet bir amacı olan düşünce deniziniz de boğulmadan:)
insanoğlu malesef çoğu zaman sanıyla hareket eder.
oysa hayata dair yaşanan o kadar örnek varken muhakak insan kendi yaşamını kendi şekillendirir.yanlız önemli bir ayrıntı vardır bu da elindki değerlerdir.DEĞERSİZ YAŞAM ŞEKİLLENMEZ...
sevgilerimle