25 Eylül 2008 Perşembe

GERÇEĞİN PEŞİNDE (2)

Evet Tevrat'da Exodus'u okumayı tamamladım nihayet ve okudukça Kuran'da verilen hikaye ile Tevrat'da verilen hikaye arasındaki farklar ortaya çıkmaya başladı. Aslında bu farklar hikayenin özünü değiştirecek farklar olmasa da, bizim (Müslümanların) gözündeki Tanrı ile İsrailoğulları'nın gözündeki Tanrı imajı arasındaki ayrıntıları daha net görmeme yardımcı oldu. Sonuçta Tevrat'da kabul gören dört kutsal kitaptan biri olduğundan O'na da saygım büyük, bu nedenle değiştirilmiş olduğu iddiaları üzerinde durmak yerine sadece gördüğüm farkları sizlerle paylaşmak ile yetineceğim. Aksi zaten amacıma hizmet eden bir durum olmaz.


Tevrat'ı okurken dikkatimi çeken ilk şey, gerek kişilerin soyağaçları ve yaşlarının, gerekse mekanların isimlerinin neredeyse net bir şekilde verilmiş olması. Okumayı zorlaştırıyor olsada eğer sürekli Tevrat okuyan biriyseniz, kitapta anlatılan her hikayenin kahramanın soy ağacını bir şekilde ezberlemiş olursunuz. Bahsi geçen her kişi ve mekanın tarifinin verilişi ile Tevrat'ı okurken bütün zamanlar hakkında bilgi alabildiğiniz hissine kapılıyorsunuz bu nedenle. Sanki arada hiç bir kopukluk yokmuş gibi, bir tarih kitabı olabilecek kadar detaylı bir anlatımı var. Oysa Kuran'da daha önce de söylediğim gibi, hikayeler bir bütün halinde değil, bir çok surenin farklı ayetlerinde karşınıza çıkıyor, bu nedenle olayların oluş sırası ve diyalogların gerçekleşme sırasını ancak ayetlerin izini sürüp alt alta yazdığınızda anlayabiliyorsunuz. Ayrıca zaman ve mekana ilişkin çok açık ipuçları (Tevrat'daki kadar) hemen hemen hiç verilmiyor. Kuran dışındaki kutsal kitapların değiştirilmiş oldukları iddiasını (en azından bu yazı dizisinde) deteklemek amacında olmasam da "Acaba Tevrat ilk indirildiğinde Kuran gibiydi de, sonradan anlaşılır olması açısından mı, hikayeler bir araya toplandı?" diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Buna cevap verebilmek için öncelikle Tevrat'da yer alan Tanrı kelamlarının hangi sırayla yazılmış olduğu bilgisine ulaşmam gerekecek sanırım. Aranızda bu bilgiye sahip olan varsa ve benimle paylaşırsa çok memnun olacağım bu yüzden.


Gerçeğin Peşinde (1) de sormuş olduğumuz İbraniler'in Mısır'da gerçekten yaşayıp yaşanmadığı sorusunun cevabına geçmeden önce Kuran ve Tevrat'da anlatılan hikayenin farklarını özetlemek istiyorum. Daha öncede söylediğim gibi her iki kutsal kitapta yer alan hikayenin tamamını sizlere ilerleyen zaman içerisinde aktaracağım, ancak hatırlamak açısından kulaklarımızda yer eden hikayeyi Kızıldeniz'e varışa kadar kısaca özetlemekde fayda görüyorum


"Musa Mısır topraklarında İbrani bir ailenin erkek çocuğu olarak dünyaya gelmişti. O dönemde tahtta olan firavun İbrani halkını köle gibi kullanmakta (genellikle inşaat işlerinde) ve sayılarının hızla artmasından endişe etmekteydi. Yani aslında firavun İbrani halkından kurtulmak istiyordu. Ancak tüm ağır işlerde çalışan onlar olduğu için de, bu kavimden kökden kurtulma yollarını denemek kendi işlerinin aksamasına sebep olacaktı. Bu nedenle doğan tüm İbrani erkek çocuklarının ödürülmesini emretti.


Musa'nın annesi, onu ölümden koruyabilmek için bir sepetin içinde Nil nehrinin sularına bıraktı, saray halkından biri tarafından bulunan sepetin içindeki Musa saraya alındı ve orada büyüdü. Aradan yıllar geçti ve Musa büyüdü, artık sarayda önemli görevler almaya başlamıştı. Ancak bir gün bir Mısırlı'nın kendi halkından birine eziyet ettiğini görünce dayanamadı ve ona saldırdı. Bu saldırının sertliğinden sağ kurtulamayan Mısırlı'nın ölümü onu çok korkuttu. Saraydan da yakalanıp öldürülmesi için emir çıkınca, yaşadığı şehri terk etmek zorunda kaldı. Uzakta kaldığı dönem içinde evlendi ve bir gün Tanrı'nın onunla konuşmak istediği güne kadar yeniden terkettiği şehre dönme ihtiyacı hissetmedi. Tanrı onunla yanan bir çalı aracılığı ile konuşmuştu ve kavmini Mısır'dan çıkarmak için firavunla gidip konuşması gerektiğini söylemişti. Firavun ve halkının ikna olabilmesi için ona mucizeler verecekti. Bu mucizelerden ikisi asasının yılana dönüşmesi diğeri ise elini koynuna sokup çıkardığında bembeyaz kesilmesiydi.


Musa Tanrının buyruğuna uydu ve kardeşi Harun ile birlikte firavuna gidip Tanrının elçisi olduğunu ve kavmini Mısır'dan çıkarmak istediğini söyledi. Firavun ona inanmayınca asasını atarak yılana dönüştürdü. Firavun onun sadece bir büyücü olduğunu kendi büyücülerinin onunla yarışabileceğini söyledi. Büyücülerle yarışmak için bir gün belirlediler. Ancak o gün geldiğinde Musa'nın mucizeleri büyücülerinkinden üstün geldi. Firavun yine de ikna olmamış ve İbrani halkının Mısır'dan çıkması için izin vermemişti. Dahası İbrani halkına yaptığı eziyetleri daha da çoğaltarak onlara göz dağı vermeye çalıştı. Baskıdan bunalan İbraniler ise Musa'ya isyan ettiler ve zaten onun Tanrısından önce eziyet çektiklerini ama kurtuluş vaadi ile gelen Tanrı'nın onları daha zor durumlara sürüklendiğinden şikayet ettiler."



Kuranda Musa'nın gerek firavunla gerekse kendi kavmi ile yaptığı konuşmalara ait diyaloglarda Tevrat'da verilen aşağıdaki detaylara (tam olarak) rastlayamadım. Bu detaylar benim dikkatimi çekenler bunun dışında diyaloglarda kelime ve ifade farklarıda var tabii, ama o kadar ince bir kıyaslamanın amacımıza bir faydası olacağını sanmadığımdan sadece bana belirgin gelenlerini ifade etmekle yetineceğim.

Birinci fark

Tevrat'da Musa'nın doğduğu yıllarda tahta çıkan firavunun Yusuf'u bilmediği söyleniyor. Dolayısıyla firavun yıllar önce gerçekleşmiş olan Yusuf ve zamanın firavunu arasında geçen hikayeden habersiz ve dolayısıyla Mısır'daki İbrani inanışının tarihçesi hakkında bir bilgisi olmadığını öğreniyoruz. Kuran'da tahtta ki firavunun bu bilgiye sahip olup olmadığı belirtilmemekle beraber, Musa'nın firavuna gidişi sırasında gerçekleşen bazı diyaloglardan biz de firavunun Yusuf ve inandığı Tanrı konusunda bilgisiz olduğunu varsayabiliriz.

TAHA SURESİ

50. Musa dedi "Rabbimiz herşeyin yaratılışını lutfeden, sonrada yol-yordam gösteren kudrettir"

51. (Firavun) Dedi "Peki ilk nesillerin hali ne olacak"

52. Onlara ilişkin bilgi, Rabbim katında bir kitaptadır. Rabbim ne şaşırır, ne de unutur"

KASAS SURESİ

36. Bunun ardından Musa onlara açık-seçik ayetlerimizi getirdiğinde onlar şöyle dediler: "Uydurulmuş bir büyüden başkası değil bu. İlk atalarımız arasında bunu hiç duymadık."

Okuduğum kadarıyla devam eden diyaloglarda da ne Musa ne de firavun Yusuf peygamberden bahsetmiyorlar. Bu ayetlerde bahsedilen ve daha önce duyulmadığını ifade ettikleri konu sadece mucizeler için söylenmiş olabilir. Ancak konu ile ilgili tüm ayetleri incelemeyi henüz tamamlamadığımdan yine de kesin olarak böyle bir iddia da bulunmak için erken demek de fayda görüyorum.

Ancak Mumin Suresinin 30. ayetinde Musa ile firavunun görüşmesi sırasında iman etmiş bir adamın söz aldığından bahsediliyor ve 34. ayette aynı adamın söylediği aşağıdaki cümlelere yer veriliyor.

MÜMİN SURESİ

34. Yemin olsun, daha önce Yûsuf da size açık-seçik mesajlar getirmişti de onun size getirdikleri hakkında hep kuşku duymuştunuz. Daha sonra o ölünce de şöyle demiştiniz: "Allah ondan sonra bir daha asla resul göndermez." Allah, sınır tanımaz kuşkucuları işte böyle saptırır.

Bu ayetten anlıyoruz ki Musa'nın yaşadığı dönemde hala Yusuf'un getirmiş olduğu dine inanalar (İbraniler arasından) inançlarını korumaya devam ediyorlar ve eğer firavunun o ana dek Yusuf ve dininden haberi olmamışsa da, o andan itibaren bu bilgiye erişmiş bulunuyor. Firavunun köle olarak yaşayan bir halkın inanışlarını bilmiyor olması çok normal olmalı, bu nedenle Tevrat'da firavunun Yusuf'u bilmediği ifadesine yer verilmiş olabilir diye düşünüyorum.

Zaten aynı surenin 28. ayetine baktığımızda ibranilerin sürdürdükleri inançlarını gizlemek ihtiyacı duyduklarını açık seçik anlayabiliyoruz.

28. Firavun hanedanından, imanını gizleyen bir adam şöyle konuştu: "Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı öldürüyor musunuz? Üstelik size, Rabbinizden açık-seçik deliler de getirdi. Eğer yalancıysa yalancılığı kendi aleyhinedir. Eğer doğru sözlü ise size vaat ettiklerinden bir kısmı başınıza gelir. Kuşkusuz, Allah, haddi aşan yalancıları doğruya ulaştırmaz."

İkinci fark

Mısırdaki İbrani nufusunun artmasından korkan firavun (savaş durumunda karşı tarafa geçme ihtimallerine karşı) İbranileri sindirmek istiyor. Bu nedenle de iki İbrani ebeye doğan tüm erkek çocuklarını öldürmelerini, kızları ise sağ bırakmalarını emrediyor. Buradan şu sonuca varabiliriz. Demek ki İbrani ırkı doğumlarını sadece İbrani ebelere yaptırıyorlardı. Yani toplum içinde toplum olarak yaşıyorlar Mısır halkına karışmıyorlardı ve eğer köle olarak kullanılıyorlardıysa ki bu Kuran'da da bir çok yerde ifade ediliyor, o halde iki halkın birbirine karışmaması da oldukça doğal bir durum. Bana burada garip gelen kocaman Mısır'da doğum yaptıran sadece iki İbrani ebe mi vardı ki firavun Tevrat'da isimleri bile verilen bu iki ebeyi çağırmıştı.


Hikayenin devamında ise bu iki ebe Firavunu'u dinlememişler, gerekçe olarak "İbrani kadınları çok güçlü biz yetişemeden doğum yapmış oluyorlar" demişlerdi. Tevrat'da firavunun bu cevaba tepkisinin ne olduğu söylenmiyor ve Tanrı'nın bu iki ebeyi ödüllendirip mal mülk sahibi olmalarlarını sağladığı anlatılıyor. Firavun ebelerden umudu kesince doğan her İbrani erkek çocuğunun Nil'e bırakılmasını emrediyor.

Kuran'da bu iki ebeye dair bir ifade bulunmamakla beraber bazı ayetlerde firavunun kararını doğrulayan pek çok ifade bulmak mümkün.

BAKARA SURESİ

47. Sizi firavun hanedanından kurtardığımızı da hatırlayın. Hani onlar size azabın en çirkiniyle, kötülük ediyorlardı. Erkek çocuklarınızı boğazlıyorlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlar/kadınlarınızın rahmini yoklayıp çocuk alıyorlar/kadınlarınıza utanç duyulacak şeyler yapıyorlardı. İşte bunda sizin için, Rabbinizden gelen büyük bir ızdırap ve imtihan vardı.

ARAF SURESİ

127. Firavun kavminin kodamanları dediler ki : "Musa'yı ve toplumunu, yeryüzünü fesada verip seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakıyorsun?" Dedi ki Firavun : "Biz onların oğullarını öldürüp kadınlarını diri bırakacağız/kadınlarının rahimlerini yoklayıp çocuklarını alacağız/kadınlarına utanç duyulacak şeyler yapacağız. Üstlerine sürekli kahr yağdıracağız."


Üçüncü fark

Tevrat'a göre, Musa'nın babası Davud 3 ay boyunca Musa'yı gizlemeyi başarabiliyor (Kuran'da Musa'nın annesi ile ilerliyor oysa hikaye) sonunda onu saklayamayacağını anlayınca sepet ile Nil'e bırakıyor. Firavun'un kızı ırmakta yıkanırken onu buluyor ve ona "sudan çıkardım" anlamına gelen Musa adını veriyor. Ama Musa kelimesi Mısır dilinde mi yoksa zamanın İbranice'sin de mi bu anlama geliyor orayı bilemiyorum. Ayrıca Musa saray tarafından uygun görülen bir isim olduğuna göre Musa'nın kendi ailesi tarafından verilen bir gerçek adı daha olmalıydı sanırım.

Kuran'da ise aşağıdaki ayetlerle anlatılıyor aynı olay :

TAHA SURESİ

38. Hani annene vahyedileni şöyle vahyetmiştik:

39. Onu tabuta koyup ırmağa bırak! Irmak onu sahile götürsün ki, benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. Üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki, gözümün önünde yetiştirilesin.

Bu ayette gördüğümüz gibi, bize yıllardır Musa'nın sepete konularak nehire bırakıldığı anlatılmasına rağmen Taha suresinin 39. ayetinde "sepet" kelimesi yerine "tabut" kelimesi kullanılıyor Yaşar Nuri Öztürk'ün çevirisinde.

Zamanı gelince yeniden döneceğim ama sırası gelmişken de değinmeden geçemeyecğim bir konuda elimizde mevcut Kuran çevirileri arasındaki farklar.Arapça'da bir kelimenin birden çok anlama gelebildiğini düşünerek diğer yazarların çevirilerine de bakmadan geçemiyorum.

Diyanet işlerinin çevirisi ile sunulan Kuran^da bakın aynı ayet nasıl tercüme edilmiş.

39. "Onu (bebek Mûsâ'yı) sandığın içine koy ve denize (Nil'e) bırak ki, deniz onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Mûsâ, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım."

E. Hamdi Yazır'ın çevirsinde :

39. "Onu sandığın içine koy, denize bırak, deniz de onu sahile bıraksın onu, hem Bana düşman, hem ona düşman biri alsın!" Ve senin üzerine,gözetimim altında yetiştirilesin diye, katımdan bir sevgi koydum.

Suat Yıldırım'ın çevirisinde :

39. "Onu bir sandığa yerleştirip denize bırak! Deniz onu sahile atsın. Bana da ona da düşman olan biri onu alsın!" Ve "Ey Mûsâ! nezaretim altında yetiştirilmen için sana karşı insanların gönüllerinde tarafımdan bir sevgi bıraktım!"

Ve son örnek olarak Muhammed Esed'in çevirisinde :

39. o'nu bir sandığa koy ve sandığı ırmağa bırak; ırmak o'nu kıyıya çıkaracaktır; Bana düşman olan biri ve o'na ilerde düşman olacak olan biri o'nu oradan alıp evlat edinecektir.' (21) Ve [böylece daha o çağda] Kendi katımdan kutlu bir sevgiyle seni kuşattım ki, gözümün önünde (22) yetişip olgunlaşasın.

Görüldüğü gibi seçtiğimiz çevirilerin hiç birinde sepet ya da tabut kelimesi kullanılmamış, büyük bir çoğunluk tarafından sandık olarak ifade edilmiştir. Konuyu dağıtmamak açısından meallerin arasındaki farklar konusuna şimdilik daha fazla değinmeyeceğim.

Tevrat'da bahsedilen firavunun kızı ırmakda yıkanırken sepeti bulması ile ilgili olarak bir ayet olmamakla beraber Kasas Suresinin 9. ayetinde firavunun karısının bebek Musa için söylediklerinden bahsedilmektedir.

KASAS SURESİ

9. Firavun'un karısı şöyle dedi: "Benim için de senin için de bir göz aydınlığıdır bu. Öldürmeyin onu, bize yararı olabilir, yahut onu çocuk ediniriz." Onlar işin farkında olmuyorlardı.

Bu ayet de Musa'nın sarayda büyütlmesinden önce, yani bulunduğunda bir İbrani çocuğu olduğunun biliyor olunduğunu gösteriyor bana göre. Yine biraz önce değindiğimiz Taha suresinin 38. ayetinde Musa'nın annesine vahiy yoluyla oğlunu sepete/sandığa/tabuta bırakması söyleniyor. Dolayısıyla Musa'nın annesi de Musa'nın sıradan bir çocuk olmayacağını Tanrı tarafından bilgilendirilmiş oluyor.

Aynı şekilde Kasas suresinin 7. ayetinde de bu bilgi aşağıda görüleceği şekilde doğrulanmış oluyor.

7. Mûsa'nın annesine şunu vahyettik: "Emzir onu! Onun aleyhinde bir korku hissedince de nehire bırakıver onu. Korkma, üzülme! Kuşkun olmasın ki, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu resullerden biri yapacağız."

Musa'nın annesi, onun özel bir çocuk olduğundan fazlasını yani bir resul olacağını ta en başından beri biliyormuş.

Dördüncü fark

Musa'nın bir Mısırlı'yı öldürüp yaşadığı şehiri terketmesinin üzerinden yıllar geçtikten sonra tahtta olan firavun öldüğü ve yerine yenisinin geçtiği söyleniyor yine Tevrat'da, oysa Kuranda sadece firavun olarak sıfatlandırıldığından tüm hikaye boyunca tek bir kraldan mı yoksa Tevrat'da söylendiği gibi birden çok kral ile mi olayların devam ettiğine dair bir ipucu verilmiyor. Aksine sanki olay tek bir kral ile Musa arasında cereyan ediyor gibi bir his alınmasına neden oluyor.


Beşinci fark

Tevrat'da Musa'nın yanan bir çalı ile konuştuğu söylenirken, Kuran'da bunun bir ağaç olduğu ifadesine yer veriliyor.

KASAS SURESİ

30. Oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vadinin sağ tarafından, bir ağaçtan şöyle seslenildi: "Ey Mûsa! Âlemlerin Rabbi Allah benim, ben!" (Yaşar Nuri Öztürk)

30. Mûsâ, ateşin yanına gelince o mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle seslenildi: "Ey Mûsâ! Şüphesiz ben, evet, ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ım." (Diyanet İşleri)

30. Ateşin yanına gelince o mübarek bölgedeki vadinin sağ kıyısında bulunan ağaçtan şöyle seslenildi ona: "Ey Musa, haberin olsun Benim, Ben, Allah, alemlerin Rabbi! (E. Hamdi Yazır)

30. Oraya varınca kutlu mekândaki vâdinin sağ tarafında bulunan ağaçtan şöyle nida edildi:"Ey Mûsa! Rabbülâlemin olan Allah Ben'im."(Suat Yıldırım)

30. Fakat oraya yaklaşınca, o kutlu yerde, vadinin sağ yamacındaki [yanan] ağaç yönünden kendisine: (25) "Ey Musa, Benim Ben, Allah: Âlemlerin Rabbi!" diye seslendi (Muhammed Esed)

Göreceğiniz gibi Muhammed Esed dışındaki tüm yazarlar direkt ağaçtan seslenildiğini ifade ederken sadece Sayın Esed ağaç yönünden ifadesini kullanmıştır.

Altıncı fark

Musa Mısır'dan kavmini çıkarmak için firavunla konuşmaya gittiğinde ona kurban kesmek için 3 gün çöle gitmeleri gerektiğini söylüyor ancak Kuranda böyle bir konuya değinildiğine rastlamadım. Direkt Mısır'dan çıkıp kendilerine vaad edilen topraklara gitmekten bahsediliyor.


Yedinci fark

Beni en çok şaşırtan farklardan biri ise şöyle Tanrı Musa'ya Mısır'dan çıkmadan önce şöyle söylüyor ; " Her kadın Mısırlı komşusundan ya da konuğundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek. Oğullarınızı, kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz. Mısırlıları soyacaksınız!". Kuran da Musa'nın hikaye edildiği bölümlerde böyle bir diyalog yer almadığı gibi, diğer ayetlerin herhangi bir yerinde de bir başka ırkı soymak ile ilgili bir Tanrı buyruğuna hiç rastlamadığımı belirtmek istedim.

Kuran'da Mısır'dan çıkıştan önce yani Musa'nın firavunla görüşüp de kavmini götürmek için onu ikna edememesi üzerine, Mısırlıların onlara kötülük etmesinden korkan kavmi için Allah'ın Musa'ya şöyle söylediği yazıyor :

YUNUS SURESİ

87. Mûsa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın/karşılıklı yapın ve namazı/duayı yerine getirin! İnananlara müjde ver.

Ama ne Yunus suresinde ne de başka ayetlerde Mısır halkının soyulmasına dair bir buyruğun varlığından bahsedilmiyor.

Sekizinci fark

Yine beni şaşırtan ve Tanrı ile Musa arasında geçen diyaloglardan birinde Tanrı, Musa'ya, onu ikna etmeye çalıştıkça firavunu inatçı yapıp Musa'ya inanmamasını sağlayacağını, çünkü ona ve azmış kavmine bir ders vermek istediğini söylüyor :


"Ben firavunu inatçı yapacağım ki, belirtilerimi ve şaşılası işlerimi Mısır'da artırabileyim".

"Ben onu inatçı yapacağım" dedi Tanrı, "sizi hemen salıvermeyecek." ve Musa'nın bunun üzerine "Senin ilk oğlunu öldüreceğim" demesini istedi.


Yine Kuran'da bu türden bir ifadeye yer verildiğine rastlayamadım. Kuran'da daha çok firavunun azgınlardan olduğu için inanmadığı ve Allah'ın buna karşılık olarak ona ve halkına azaplar gönderdiğinden bahsediliyor. Oysa Tevrat'daki ifadelerde sırf onları cezalandırmak için inanmayışlarının da Allah tarafından sağlandığı anlaşılıyor bana göre. Bu doğru olamaz çünkü Allah yine Kuran'da ifade edildiği şekliyle Musa ve Haruna şöyle söylüyor :

TAHA SURESİ

43. "Firavun'a gidin, çünkü o azdı."

44. "Ona yumuşak ve tatlı bir sözle hitap edin; belki öğüt alır, yahut ürperir."


Göreceğiniz gibi Allah Tevrat'da söylendiği gibi direkt cezalandırıcı olmak yerine, öncelikle azgın bir toplumda olsalar firavun ve halkına bir şans vermek istiyor ve ancak onlar o şanslarını değerlendiremedikten sonra onları cezalandırma yoluna gidiyor.


Dokuzuncu fark

Tevrat'ın verdiği bilgiye göre Musa ve kardeşi Harun firavunla son konuşmayı yapmayı gittiklerinde Musa seksen ve Harun'da seksenüç yaşındaydı. Bu kadar net bir bilgiye yine Kuran'da rastlamak mümkün değil.

Buraya kadar olan bölümde Tevrat ve Kuran'da anlatılan hikayenin denizin yarılması kısmına gelene dek hangi farklılılarda devam ettiğini benim bakış açımla inceledik. Bundan sonraki bölümlerde yeri geldikçe hikayeye her iki kutsal kitap üzerinden devam edecek ve Burak Eldem'in kitabında belirtilen İbranilerin Mısırdaki varlıklarına dair olmayan ipuçlarını aramaya devam edeceğiz.

Fasulye

--------
Bu yazıda kullanılan kaynaklar :
1. Kuran (www.kuran.gen.tr)
2. Tevrat

Hiç yorum yok: