14 Nisan 2010 Çarşamba

DOKUNMAYIN HAMAMIMA!

Doğduğum günden bu yana, en olmadık işler ya da izine az rastlanır durumlar genellikle benim başıma gelir. Kimi zaman Türk filmi tadında, kimi zaman şaka gibi anılarla dolu geçmişim. Amerikan sinemasına yaklaşan anlarım olsa da henüz bir uzaylıyla karşılaşmam ya da dünyayı kurtarma maceralarına henüz atılmadım. Allah izin verirse ömrüm yettiğince bu tür eğilimlerde göstermeyi umuyorum.

Rutinim dokuz ayın çarşambasını bir arada yaşamak olduğundan, aldığımız acı bir haberle sıradanın ötesine geçen bir günün ardından, tabiri caizse kafan seksensekiz olmuş, oğlumu okuldan alıp eve geldiğimde kapıya yapıştırılmayı denenmiş bir kare kağıt parçası ile karşılaşıyorum. Yapıştırılmayı denenmiş diyorum bir tebligat olduguna dair bilgi yüklü kağıtcıkın yapısı sticker mahiyetinde ve yapıştırma amacını gerçekleştirene kadar yapışkan yüzeyini korumakla görevli kağıt parçası da halihazırda kağıdın yarısını kaplayacak şekilde yapıştırılmış. Tabi başlangıçta düşüncem bu olduğunu hemen belirtmek zorundayım, çünkü kağıt parçası ile muhtara gitmem gerektiğini anladığımda arkasındaki o parça da kapı üzerine tutuşturulmuş olmasaydı, yapışkan bir kağıtcığı nereme koyacağımı epey düşünmem gerekecekti belli ki. İşini yapan her kimse yaşanacak durumları da düşünmüş olmalıydı ki, sticker arkası olan kağıdı da sokak kapımıza iliştirivermişti. Kendisine burdan teşekkür ediyorum.

Evde bulunmadığımızdan tebliğ edilemeyen yazının göndericisi annemin memleketi idi ve hakikaten hayırdır inşallahlık bir durumdu benim için. Zira bir mahkeme tebligatı olduğu ifade ediliyordu. Annemin memleketi ile bir alıp veremediğim olmadığı gibi en son ortaokula giderken filan uğramıştım. O zamanlar birinin tavuğuna kışt demiş olsam, tavuğun yedi sülalesi yok olmuştur diye düşünüyorum. Beni kim dava edebilirdi ki?

Okuldan sonra spora götürmem gereken oğlumu da alıp, önce muhtara gitmeye karar verdim büyük bir merakla. Muhtar bugun evde olmadığı anlaşılan yüzlerce kişinin zarfı arasından benimkini bulup verdiğinde iyice merakım arttı, çünkü bir tomar kağıt kalın bir tel zımba ile tutturulmuştu. Arabaya dönüp artık zirve yapmış "Allah allah ne ki bu" tavrımla kağıt tomarını parçalamadan açmayı becerdim.  Cidden annemin memleketi mahkemesinden gelen bir tebligattı. İlk sülalemizin soyadını taşıyan ve çoğunu tanımadığım yaklaşık 30 isim yer alıyordu. İkinci, üçüncü sayfa derken tam on sayfa boyunca soy kütüğümüzün listelendiği kağıdı artık spora geç kaldığımızdan okuyamadım.

Oğlan spor salonuna girer girmez listede adı olan en yakınlarımızdan birini arayarak "Hayırdır inşallah ne ki bu" ruh halimi dile getiren bir paragraflık bir giriş cümlesinden sonra, aynı tebligatı aldıklarını öğrendim. Sülaleme dava açan Vakıflar Genel Müdürlüğü idi. Demek ki sülalecek Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait bir tavuğa kışt demiş bulunmuştuk. Acaba ben ortaokul yıllarında kumsaldan midye ve taş toplarken paşa dedelerime ait tarhi eserlerimi kaçırmış bulunmaktaydım. Kimbilirdi çocuk aklımla nelere karıştığım, işte yıllar sonra karşıma çıkmıştı belkide..

Uzayan telefon konuşmasının sonucunda annemin memleketinde sülalemize ait bir hamam olduğunu öğrenmem gerçekten şok finaldi. Yani bizim "Hanlarımız, hamamlarımız" vardı da benim mi haberim yoktu. Hadi bunca zaman haberim yoktu da, hamam kısmını bulduğumuz mirasımızın han kısmı nerdeydi.  Ah annem yıllarca bana asil sülalemizden falan bahsedersi, ne kadar zenginlermiş anlatırdı da bende ortada bir şey olmadığından kadıncağıza kızar dururdum. "E hani o zaman, bize ne kalmış" der gülerdim. Bilmezdim damarlarımda dolaşan asil kanın "Hanlar, hamamlar sahibi" olduğunu. Buyrun bakalım benim bir hamamım ve takriben ikiyüzseksentane de ortağım vardı. Ve ne oluyordu tahmin edin. Vakıflar Genel Müdürlüğü benim hamamıma el koyuyordu. Daha bir kese bile atmadığım, kapısından girmediğim, geçiniz bunları varlığından anca haberim olan hamam elden gidiyordu. Ya hanlarda gittiyse? Yahu bende burda bi paşa dede bulamayınca belki orda bulurum umuduyla, kalktım burdan Mısır'a gittim. Kendi tarihim kadar yalayıp yuttuğum Mısır tarihi merakımın arkasında bir zamanlar orda yaşamış bir paşa dede olduğu umudunu taşıdım. Anne sözü dinleyip damarımdaki asil kanın peşine düşseydim, bugün hamamıma sahip çıkıyor olacaktım.  Hoş davanın daha neticelenmiş bir durumu yok. Yıllardır birbirinin gözünü oyan sülalemizi bir araya getirebilir mi bu hamam onu da bilemem tabi ama, gene de bir avukata danışacağımı itiraf edeyim. Yoksa göz göre göre gidecek hamam elden.

Atatürk boşuna dememiş "Muhtac olduğunuz kudret, damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur" diye.. Yok arkadaş ben hamamından vazgeçmem.. Sayın sülalemin listede ismi yer alan iki yüz seksen bir üyesine burdan sesleniyorum. "Hamamı gaptırmam!" ya da "Hamamımızı geri istiyoruz!" gibisinden bi kampanya düzenleyelim, face book da filan buna dahil olacak on yüz bin kişi bulalım. Şunca yıl sonra hamamı bulan, arkasından hanı da bulur..

Kalın sağlıcakla
Fasulye

1 yorum:

Sis dedi ki...

Süper yaa.Allaam gece gece,ay pardon sabah sabah sıkı güldüm.
bende Mısırda bi ata var ama bi işe yaramıyor o bahsettiğin 280 küsur akraba sebebiynen.Veriim sana :D