15 Nisan 2010 Perşembe

Salıverdim Çayıra - Girişgah

Şu son anlattığım hamam olayının ardından hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken, sahiden de anlatırken çok eğlendiğim anılarım olduğunu farkettim. Hani dedim ya doğduğum günden bu yana hep garip olaylar benim başıma gelir diye, aslında sadece benim değil, kendime arkadaş bellediğim pek çok insanın başına da benzer şeyler geliyor. Sanırım hayatı kristal dükkanında bir fil edasıyla yaşayan bir ben değilim yeryüzünde. Hatta birlikte benzeri durumları kapsayan pek çok olay yaşadığım bir arkadaşımla bir çeşit "bela paratoneri" olduğumuza bile karar verdik geçenlerde. En uzak kaldığımız konulara bile göbeğinden bir şekilde girmekte ve başımızı belaya sokmakta üzerimize yok zira. Kendimiz gibileri bulmakta bu yeteneğimize dahil olduğundan, giderek çoğalan bir grup paratoner modunda daha görecek çok günlerimiz var diye düşünüyorum. Bir kısmı özünde can sıkıcı olmakla beraber yine de komik tarafları var her birinin. Önemli olan da hayatı şaka tadında yaşayabilmek bana göre, ondan sebeptir belkide ağlanacak durumlarda bile önce gülüp sonra gözyaşlarını koyvermem benim. Her neyse dedim ya hamam olayından sonra düşündüm hep ciddiyet, hep sorumluluk nereye kadar. Günlük sohbetlerimizde hatırlayıp her defasında daha komik bir yanını görüp karnımız ağrıyana kadar güldüğümüz pek çok anımız var aslında. Sıkıcı günceli bir süreliğine bir tarafa bırakıp biraz da bunları yazmaya karar verdim o yüzden.

Genelde sazı elime aldığımda kolay kolay bırakmadığımdan konuşma dizileri yapamasamda, bilimum yazı dizileri merakımı bilen bilir. Bunca anı da insanın aklına gelince her birinden bir yazı çıkacağından bende düşündüm, bu bağlamdaki yazıları da bir yazı dizisi altında toplamak mümkün..

Ben ve türevlerim olan arkadaşlarımın hayatlarını bu açıdan değerlendirdiğinizde bir çeşit "Allaha emanet yaşayanlar" grubu ediyor olduğumuzdan bu dizinin adını da "Salıverdim Çayıra" olarak koymaya karar vedim.

Aslında günlük hayatın içinde gerçekten eğlenceli ve komik şeyler yaşıyoruz. Hoş benim bu hayatla eğlenme huyum yüzünden de başıma gelmiş pek çok anım vardır, iş yerimden çok güldüğüm için ihtar almış olmam gibi.. Doz aşımına uğramış bir eğlence anlayışım olmasa da, nedense bir çok insan gülmeyi mesai saatleri dışında yapılması gereken bir eylem olarak kabul ediyorlar. Oysa gülmek benim için hayatın tatlı molaları. Hiç bir iş yerinde daha öncede dediğim gibi doz aşımına uğramadığı sürece gülmenin ya da güler yüzlü olmanın sorun olacağını sanmıyorum. Herhangi bir iş kanununda da bu tarzdan bir madde yer aldığınıda.. Ama hayat anı paylaştığınız insanların ruh hallerine göre değişkenlik gösterebiliyor elbette. Birileri ciddiyet ve asık suratlı olmayı matahtan sayarken, şartlar ne olursa olsun hayatı bir eğlence olarak algılamanız rahatsız edici olabiliyor. Saygım sonsuz. Umarım bir gün onlar da hayatın surat asmakla vakit kaybedilmeyecek kadar değerli dakikalardan oluştuğunu, gülmenin insanlar üzerindeki olumlu etkisini anlayabilirler. Yapılan şey her ne olursa olsun güler yüzlü sonuçlar için, güler yüzlü insanlar tarafından yapılıyor olması gerekir diye düşünüyorum. Bu girişgahın amacı kıssadan hisselerle ders vermek değilse de, kantarın topuzu o yana dönmeye başladı sanırım. O nedenle lafı fazla uzatmadan konuya girmek de fayda görüyorum.

Bu yazı dizisinin kahramanları gerçek insanlardan oluşuyor, kendi adımı vermediğim gibi onlarınkinide vermeyeceğim sizlere, eminim ki ortak anlarımızın paylaşılmasından rahatsızlık duymayacaklardır.

Yazının büyük bir kısmını konuya girmekle harcağımdan bu ilk yazıda Salıverdim Çayıra Yaşamlar'dan kısa anlar aktarmakla yetinebileceğim sanırım..

Dediğim gibi ben ve çevremdeki yakın arkadaşlarımın büyük çoğunluğu günlük koşturmalar içerisinde hayatın karikatürlük anlarından pek çoğunu sıklıkla yaşıyoruz. Bir biz mi böyleyiz yoksa insanlar bu tür olaylara gülüp geçemiyorlar mı emin değilim. Ama en azından biz birbirimize anlatıp oldukça keyifli dakikalar geçirebiliyoruz.

Geçenlerde bir arkadaşımla yaptığımız sohbet sırasında çocukların yemek problemlerinden bahsediyorduk, malum anneyiz.. Yaş da hafiften kemale ermeye başladığından biz şunu yerdik, annemiz bize böyle yapardı derken, arkadaşım çocukluğunda "ançüezi" ne kadar sevdiğini anlatmaya koyuldu. Bizim gibi yetmişli yıllarda çocukluğunu, seksen ve doksanlarda gençliğini tüketmiş nesiller için "ben çocukken ançüez severdim/yerdim" cümlesi sık rastlanan bir durum olmasa gerek diye düşünüyorum. Ha yok değilse beni uyarın, yoksa bir ben mi çocukluğumu ançüezsiz tükettim. Önce şaka yapıyor herhalde diye düşünerek kahkahayı koyvermeye hazırlanırken, anlatılanların gayet doğal bir sürecin parçası olduğunu anlayınca, şaşkınlıkla "Ançüez?" diye tekrarlamak zorunda kaldım. Genellikle Amerikan filmlerinde bir çeşit pizza mezesi olarak algıladığım "ançüez" gayet de Türk bir öğretmen ailesinin çocuğu olan arkadaşımın hayatının doğal bir parçasıymış meğerse.

Ben çocukken bizim eve ançüez girmiş olsaydı billahi benim haberim olurdu diye düşünüyorum. Benim gibi evine ançüez girmemişler için ekşi sözlükten aldığım aşağıdaki tanımı verme ihtiyacı hissediyorum bu noktada..

"Ançüez; kolyos , hamsi gibi balıklardan yapılan iştah açıcı, sabahları yendiğinde enerji veren lezzetli balık ezmesidir."

Arkadaşım yüzümdeki ifadeyi görünce, "Siz ançüez yemez  miydiniz?" gibi daha da şaşırtıcı ve bir o kadar da doğal soruyu sorunca, kahkahayı koyverdim haliyle, yok vallahi biz kahvaltıda bildiğin domates, peynir, sahanda yumurta gibi sıradan şeyler yerdik. Hatta o kadar cahildik ki aslında yediğimiz şeyin adının omlet olduğunu anlamamız ve öğrenmemiz için yıllar geçmesi gerekti. Ançüezin yanında köy kahvaltısı sayılabilecek bir takım çiftlik ürünlerinden ibaret kahvaltılardı bizimki.. Annemde pişirdiği herhangi bir yemekte ançüez kullanmazdı diye biliyorum. Hayır benim gibi hamam sahibi birinin ançüez yiyerek büyümüş arkadaşları olması elbetteki normal karşılamak gerekir.

Tüm bunlara arkadaşımın yanıtı "Hadi ya!" olunca bir parça eksik hisettim bende kendimi haliyle, aslında sanırım öyle garip bir şaşkınık gösterdim ki o da bir anlığına da olsa kendisini ançüez yiyen bir uzaylı gibi hissetti. Hayır kafama takıldı, ya yoksa biz çok mu fakirdik ya da neydik, bakın şimdi bu yazıyı okuyup da Türkiye'nin yüzde sekseninin ançüez yiyerek büyüdüğünü öğrenirsem, hakikaten yıkılacağım. Söyleyin bakalım kaçınız ançüezle büyüyen nesillere dahil oldunuz..?

Aynı arkadaşımı, bundan bir kaç yıl önce uzun süredir görmediği bir dostu aramış ve ortak bir arkadaşlarının bir milletvelkili ile evlendiği müjdesini vermiş. Benim ançüzle büyüyen arkadaşımda bu habere şaşırarak "Ya hangi milletvekili ile evlenmiş?" diye sorma ihtiyacı hissedince, karşı taraf da ona "Hürriyet al bak!" diye cevap vermiş. Ançüezin etkisinden olacak ki benim sevgili arkadaşım, aslında gazete de çıkan haberi okumasını öneren arkadaşının söylediği cümleyi adamın adı anladığından "Hürriyet Albak" adlı milletvekilinin kim olduğunu düşünmüş uzun süre..

E arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim diye boşuna dememişler..

Sevgiler
Fasulye

Hiç yorum yok: