20 Ekim 2011 Perşembe

İÇ SAVAŞIM

Dün sabahtan bu yana her an şiddete dönüşebilecek bir öfke ile krize dönüşebilecek ağlama hissi arasında gidip gelen son derece depresif ve huzursuz bir ruh hali içindeyim. Kendimi kah gecenin birinden, sabahın beşine kadar kan ve barut kokusu içinde çatışan askerlerin, kah haberi duyupda kendi evladının acı haberini almaktan korkarak bekleşen ve kapıdaki o askerle bir açıklama bie yapılmasına bile gerek kalmadan durumu anlayan acılı ailelerin yerine koyuyorum. Gözümün önünde canlanan bu görüntülere çaresizlik içinde kıvranıyorum. Bütün bu iniş çıkışlar içerisinde kendimi rahatlatmak için face book vb sosyal paylaşım sitelerinde hislerime tercüman olan en keskin ifadeleri seçerek paylaşıyorum. Kendi ifadelerimi ortaya koymakta zorlanıyorum, çünkü dudaklarım öylesine kilitli ve içim o kadar acıyor ki, burnuma kan kokusu gelecek kadar içselleştirdiğim bu acı olay karşısında ne söyleyeceğimi ve ne yapacağımı bilemez bir durumdayım.


Bir yandan korumaya çalıştığım yarı bilinçle kendimi gözlemlemeye çalışırken, diğer taraftan çevremdekilerin, hükümetin tavır ve açıklamalarını takip etmeye çalışıyorum. Kafamın ve yüreğimin içi o kadar karışık ki, aslında doğru düşünemiyor olduğuma kendimi ikna etmeye çalışırken, öte yandan keşke gidipte o soysuzların peşine bende düşsem gibi akılcı olmayan öfke dolu sonuçlara varabiliyorum bir anda.


Yine de paylaştığım ve kullandığım ifadelerin amacından sapmamasına gayret göstermem gerektiğini düşünürken, öte yandan sosyal duvarıma yansıyan tüm paylaşımları bu gözle de değerlendirmeye çalışıyorum. Giderek karışan kafamın çindeki sorulara kendimce cevapları henüz üretememekle beraber, uzun süredir görmediğim bir birlik ve beraberlik, hepsinden öte gözler önüne serilen bu tek sesliliğe gidiş karşısında umutlanıyorum ve kaybettiğimi sandığım o mutluluk verici aidiyet duygusunun yenicen canlanmasına seviniyorum.


Özetle olayın her boyutuna müdahil olma ve ışığı kaybetmeme adına sürüp giden bir telaşe içerisinde duyduğum gördüğüm her şeyi akıl süzgecinden geçirme, bende yarattığı duygusal tepkileri kontrol etmeye çalışma çabasında olmama rağmen kimi zaman bir anda gözümü karartıp, gerçeklerden uzaklaşarak aslında belkide hisettiğim huzursuzluk ve suçluluk duygusunu da yok etmeye çalışıyorum.


Bugün akşam üzerine ülkemdeki bu iç savaş hali içimde bambaşka bir savaşa dönüşerek devam etti durdu. Ta ki içinde boğulduğum gündeme dair ne var merakımı yenemeyerek sürekli takip ettiğim gazetenin adresini internet tarayıcıma yazarak enter tuşuna basana kadar. O anda gördüğüm fotoğraf karşısında önce dehşet, ardından şiddetli bir kusma hissiyle hızla kapattım sayfayı. O saniyeler içerisinde Muammer Kaddafiye ait olan o kanlı yüz hafızama çoktan kazınmıştı bile. Gözlerindeki korku ve dehşet ifadesi gözlerimden önünden bir türlü silinmiyor ve mide bulantım giderek artmaya devam ediyordu. Takip eden bir kaç saat içerisinde kafamdaki karmaşa ve gözümden silmeye çalıştığım bu görüntü ile birlikte, tabiri caiz ise kısa bir bilinç kaybı ile devam etti. Dünden beri içselleştirdiğim tüm şehit haberleri ve görüntülerinin üzerine bu manzara birbirinin içine geçmiş, şehitlerin cansız bedenlerinin görüntüsüne dönüşmeye başlamıştı gözümün önünde.


Eve döndüğümde gazeteyi yeniden açamadığım için göz gezdirdiğim sosyal paylaşım sitelerindeki öfke patlamaları yeterince keskin ve can yakıcı ifade kalmadığından artık hakarete uzanmaya başlamıştı. Sanal şiddet giderek çirkinleşiyordu, içim acıyordu ve midem bulantım kesilmeden devam ediyordu.


Derken bir arkadaşımın duvarında liselerdeki öğrencilerin müdürleri eşliğinde bu gün sokaklarda yürüyüş yaptıkları ve bundan çok endişe duyduğunu belirten ifadelerini okudum. Bu öğrencilerin kanlarının kaynadağını ve bu şekilde olaya dahil edilmelerinin hepimizi üzecek sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekmeye çalışıyordu bir anne olarak.


Kaddafi nin o fotoğrafı yayınlanmak ve saatler boyunca manşetlerde bırakılmak zorunda mıydı gerçekten? Gençler, şehitler, cesetler, kan kokusu.. Mide bulantısı ve baş dönmesine dönmeye başlamıştı artık iyice.


İntikam değil, katliam istiyoruz yazıları geldi bir bir gözümün önüne ve yine o fotoğraf.. Bunu mu istiyoruz sahiden.. ?


O an kararımı verdim, bu öfke ve sancının beni bir canavara dönüştürmesine izin vermeden sakinleşmeli ve daha yapıcı düşünmenin bir yolunu bulmalıydım acilen. O fotoğraftaki kişi her kim olursa olsun, ne bu sonucu doğuracak bir davranışta doğrudan bulunabilecek, ne de bu tür bir davranışla sonuçlanacak bir eyleme dolaylı yollardan katkıda bulunacak biri asla değilim ben.


Suskunluk ve sağduyu ile mücadele ve şiddet arasındaki çizgiyi henüz çizemiyor olmamızın tek açıklaması henüz şoktan çıkamamız olmamızdı. Neden 1,2,3,5,13 şehit değilde 24 şehit verdiğimizde bu tramvaya tutulmuştuk bir anda? Toplamda kota aşımı mı sebep olmuştu buna, yoksa neredeyse alışmaya başladığımız günlük şehit haberlerinin buncasını bir arada duymak mı panikletmişti hepimizi bilmiyorum.


Bir lider beklentisi ve Mustafa Kemal hasretini dile getiren satırları okudukça, O'nun ilelebet payidar kalacak cümlesini ömrü değil Cumhuriyet için kurduğunu, ve emanet ettiği bizlerin birer Mustafa Kemal olma potansiyeline sahip olduğumuzu düşünerek kurduğunu anlatmak istiyorum uzun uzun.


Öfkesi yürüyüş ve mitinglerde kontrolden kolayca çıkabilecek gençlerin ve biz sandıkta oy kullanma ehliyetine sahip yetişkinlerin beklenildiği gibi kışkırtmalara alet olmadan ve şehit kanlarına eklenecek yeni acılara sebep olmadan tepkimizi dile getirebileceğimizi umuyorum şimdi sadece. Aksi durumda, öfkemizin asıl hedefi olmayan ve asli görevi asayişi sağlamak olan güvenlik güçlerimizle, yani kendi kendimizle çatışmak durumunda kalacağız. Onların hükümetin maşası değil, bizler gibi kafası karmakarışık olmuş ve şehit olma potansiyeline sahip, üç kuruş maaşla, sadece görevini yapmaya çalışıyor olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini hatırlamamızı diliyorum.


Siyasi politikası her ne olursa olsun, tek yürek ve tek ses olmuş bir millet karşısında hiç bir hükümetin koltuk kaygısıyla bile olsa karşı durabileceğine inanmıyorum.


Mustafa Kemal'i özleyen tüm dostlarıma, onun milli mücadeleyi tek başına kazanmadığını hatırlatmak istiyorum yeniden. Hiç bir durumda doğukkanlılığını kaybetmediğini, her ne düşünceye sahip olursa olsun karşısındaki insanın gözlerine bakmaktan vazgeçmeyerek, herhangi bir şiddet eyleminde bulunmadığını söylemek istiyorum.


Ülkenin içinde bulunduğu koşullarda yapılacak bir hükümet istifasının şu andaki soruna bir çözüm olmayacağını ve bunun ancak yeniden sandık başına gidildiğinde ya da bu sorunun üstesinden geldiğimizde gündeme getirelecek bir konu olduğunun altını çizmek istiyorum. Şimdi ihtiyacımız olan şey beğensek de beğenmesek de seçilmiş hükümeti terörle mücadeleye değil, terör sorununu kökten çözmeye ikna etmek olacaktır.


Bu gün sona erdiğinde henüz içimdeki savaşı kazanamamış olsam da, ben Kaddafinin son anlarını resmeden o karede hiç bir canlıyı görmek istemediğimden adım kadar eminim.
 
Fasulye

2 yorum:

Aynur (Küçük Hala) dedi ki...

verilen mesajlar, sözlerle anlatılmaya çalışan duygular...
hepsi ama hepsi, her bir cümle harikaydı
tebrik ve teşekkür ediyorum

kaleminize, yüreğinize sağlık

sevgiyle...

Adsız dedi ki...

Aynur hanım çok teşekkür ederim.
Fasulye