5 Şubat 2012 Pazar

YA TUTARSA (4) NEMRUT DAĞI VE EZOTERİZME GİRİŞ

Atlantisliler, uzaylılar daha önce bahsettiğimiz yer altı tünelleri ve mağaraları ısı matkabı örneğinde anlatılan bir yöntemle açmış olabilirler miydi sahiden? Hadi açtılar diyelim bahsedilen manyetik alan güçleriyle zamanda sıçrama yapmak mümkün müydü?

Kapadokya'dan başladığımız yolculuğumuzun şimdi Nemrut durağındayız.Bu bölümde anlatacağımız hikaye Evren ve İnsan isimli çalışmadan alıntılarla sürdüreceğiz. Yazar kod isim kullandığından yazar adı vermek ne yazık ki mümkün değil.

Ancak tünel ve mağaraların izini takip ettikçe her birinin inanılmaz bir doğaüstü hikaye ve dini motiflerle eşleştirildiğini görüyoruz. Hatta biraz daha araştırdığınızda anlatılanlar günlük hayatta çok sık duymadığımız ve bir çok insanca saçmalık olarak değerlendirilmesine rağmen sürekli karşımıza binlerce yıllık bir tarihle çıkan ezoterizm ile birleşmektedir. Hikayenin bundan sonraki bölümlerinde sık sık rastlayacağımız ezoterik bilgilerin kısa ne olduklarını bu aşamada açıklamak sanırım daha doğru olacaktır.

Peki nedir bu ezoterizm?

"Gönlünü, ne kadar büyük olursa olsun,
O görünmez nesneyle doldur.
Yüreğin mutluluktan dolup taşınca,
Ona istediğin adı ver;
Mutluluk, Sevgi, Gönül, Işık, Tanrı…
İsim gürültüden başka birşey değildir.
Göklerin ihtişamını bizden gizleyen bir sistir…"

Goethe

Ezoterizmin Osmanlıca karşılığı Batinilik olup, Batın; içyüz-içteki anlamındadır. Bunun Türkçe karşılığı ise İçrek sözcüğüdür.

Ezoterik bilgiler denildiği zaman, herkese açıklanmayan ancak belli eğitimlerden geçip o bilgileri almaya hak kazanmış kişilere verilen bilgiler kastedilmektedir.

Ezoterik bilgilerin en önemli yönü yazılı olmaktan çok, bir yol gösterici (Mürşit) tarafından öğrenciye(Mürit) belli bir sistem dahilinde aktarılmasıdır. Bu yönteme inisiyasyon veya tekris denilmekte olup Türk-Şaman geleneklerinde de "El Vermek" deyimiyle yer almaktadır.

Ezoterizmin tersi olan sisteme ise Egzoterizm denilmek olup bunun Osmanlıca karşılığı "harici", Türkçe karşılığı "dışrak" dır. Egzoterik bilgiler herkesçe bilinebilen, sıradan başlangıç bilgileri olmaktadır. Ezoterik bilgilere ulaşabilmek için öğrenci eğitimine egzoterik bilgiler ile başlar.
Zaman içersinde gösterdiği çabalar ile yükselerek daha derin olan ezoterik bilgileri almaya hak kazanır. Ezoterik öğretinin verildiği hiçbir okul veya sistemde harici bilgileri eksik olan adaylara ezoterik bilgiler aktarılmaz. Bunun nedeni, insanın mükemmele ulaşabilmesi için iç ve dış aleminin tam bir bütünlük içinde olması gerekliliğidir.

Şimdi niçin ezoterizm sorusuna yanıt aramaya çalışalım. "Niçin" ve "nasıl" lar meraklı insan doğasının bir gereğidir. İnsanlar normal öğreti sistemi içinde aktarılan bilgiler ile bazı soruların yanıtlarını bulamadıkları zaman arayışa girmektedir. Bunun sonucu materyalist düşünce sisteminden sıyrılmakta, yanıtları kimi zaman "din" kimi zaman ise "panteist" düşünce sisteminde aramaktadır. Felsefi anlamda "Panteizm", islami kültür içinde "tasavvuf" adını alan ezoterik sistemin amacı; varoluşun, ancak sevgi ile algılanabilecek ve akılcılıkla ortaya konulacak sebeplerini savunmak ve tek hedefi insanın tekamül ederek "kamil insan" haline dönüşmesini sağlamaktır.

Ezoterik öğretinin kullandığı dil "semboller dili" olagelmiş ve bu sembollerin, simgesel anlatımlarının imkanlarından yararlanılarak hemen her kavimde, her millette, binlerce sene korunarak, uygarlıktan uygarlığa aktarılması mümkün olmuştur.

Ezoterizm özünde, bilgi ve görgülerin kapalı bir topluluk içinde ve aşamalı olarak verildiği bir çalışma ve öğreti sistemi olarak tanımlanabilir. Bu tanımda dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, ezoterizmde aktarılan bilgiler ve görgülerin ister bilimsel, isterse töresel-dinsel nitelikte olabilmesidir. Ezoterizm bir öğreti sistemidir ve bu sistemle aktarılan öğreti bilimsel ve çağdaş olabileceği gibi, töresel ya da dinsel de olabilir. Ne var ki, Ezoterizmin bu özelliği çoğunlukla göz ardı edilir ve hemen her zaman Ezoterizmi, Gizemcilik (Mistisizm) ya da Gizlicilik (Okültizm) ile karıştırma yanlışına düşülür.

Ezoterik öğreti sisteminin doğuşu, İnsanoğlunun doğa yasaları üzerinde düşünmeye koyulması ve doğanın ve evrenin gerçeklerini arayıp bulmaya başlaması kadar eskidir. Ulaşılan gerçekleri, insanların büyük çoğunluğu ya anlayamamış, ya tepkiyle karşılamış, ya da bunları kendi çıkarları için kötüye kullanmaya kalkışmışlardır. Bu durum, gerçeklerin araştırılıp doğruların aktarılmasında, kapalılığın insanlar ve İnsanlık için daha yararlı sonuçlar sağlayacağı düşüncesini yaratmış ve böylece Ezoterizm ortaya çıkmıştır. Ezoterizmde, herkese duyurulması sakıncalı görülen bilgilerin, yalnızca belirli bir kültür düzeyine erişen kişilerce anlaşılabileceği gerekçesi kapalılığı zorunlu kılmıştır. Bu anlamda Aristoteles öğretisi de ezoterik sayılmalıdır; Aristoteles sabahları seçkin öğrencilerine ders verirken, akşamları halka ders verirmiş ve öğrettikleri de ayrı ayrı bilgilermiş.

Binlerce yıldır devam eden bu gizli öğreti güç peşinde olan insanoğlu için inanılmaz bir cazibe kazanmıştır. Hikayenin devamında değineceğimiz ezoterik sırlara erme çabaların dünya tarihini bile etkileyecek sonuçlar doğurduğuna hep birlikte şahit olacağız.

Altınçağ tanımı ezoterik öğretinin sonucudur. Yeryüzünde altınçağ tanımı binlerce yıl önce başlamış ve bu nedenle ancak eski medeniyetlerin takvimlerinde karşımıza çıkar durumdadır. Ancak insanların bu gün peşinde neden bu kadar koştukları ve neyin peşinde olduklarını anlamak için öncelikle arkeolojik bulguların tarihsel açıdan değerlendirilmesinin ötesinde ezoterik değerlendirilmesini de bilmemiz gerekir. Bu hikayede gerek yer altı tünelleri ve gerekse diğer arkeolojik bulguya dayalı anlatımların yer almasının nedeni budur.

Ezoterizm hakkındaki bu kısa bilgilendirmenin ardından şimdi yeniden Nemrut Dağına dönebiliriz.


Nemrut Dağı hep gizemli iddialara hedef oldu; hatta uzaylıların gizli üssü olduğu bile iddia edildi; kesin olan tek şey dağda bilinmeyen veya henüz keşfedilmemiş tünellerin olduğu ve efsanevi Commagene Kralı I. Antiochos´un kayıp mezarıdır. Dağın gizemi, çok değişik alanlara yöneliyor; Hıristiyanlığın burada başlamasından tutun da, İsa´nın doğumundaki simgesel anlama ve de Noel´in yanlış zamanda kutlanmasına kadar… “The Orion Mystery ve The Mayan Prophecies” kitaplarının yazarlarından araştırmacı Adrian Gilbert, bu sırrı kovaladı, Rusya´dan Fransa´ya ve Mısır´a, Filistin´den Güneydoğu Anadolu´ya uzanan yorucu bir çalışmadan sonra edindiği bilgileri, inanılmaz iddialarla bütünleştirerek, bir kitap yazdı ve gizem büyüdü;

Tarihin neresine bakarsanız bakın, muhakkak dünyanın bir yerinde, özgün bir inanç veya mistik ya da okült bir yaşam biçimi karşınıza çıkacaktır. Bu tür grupların ana ilkesi kardeşliktir, kardeşlik adayı belli bir eğitim, öğrenim ve sınav aşamasını yaşadıktan sonra ezoterik gizemlerle beraber yaşamaya başlar ama bunları dışarıya taşıması yasaktır çünkü bilgi özeldir ve yeterince eğitilmemiş, amacını bilmeyen ve meraktan öteye geçemeyen yani hak etmeyen kişilere verilemez. Yüzyılın sonuna doğru, çoğunluğu Rus olan bir grup okültist veya ezoterist gizemci peşpeşe ortaya çıktı; aralarında Madam H.P.Blavatsky, Alexandra David-Neale, P.D. Ouspensky ve G.I.Gurdjieff gibi çok önemli isimler bulunuyordu. Doğunun tanımıyla bunlar; “Bilgeliğin Ustaları” ydılar. Tümü, uzak geçmişin ezoterik ve gizemci mantığı doğrultusundaydı, kurdukları gizem örgütleri günümüzde milyonlarca insanı yönlendiriyor, yani “Kardeşlik” hala yaşıyor.

920´de G.I.Gurdjieff, batıya geldi ve Fransa´da kendi adına bir gizem veya ezoterizm okulu açtı, okulun izlediği yol çok eski bir ezoterik okulun yoluydu; bu çok uzak geçmişten gelen okulun adı “Sarmoung Kardeşliği” idi. İpucu izlendiğinde, (Gurdjieff hakkında yazılan otobiyografi de bu yöndedir.) adı geçen örgütün temelinde büyük bir olasılıkla, bir zamanlar Kuzey Mezopotamya´da gelişip, yayılan ama sonra yok edilen Hıristiyan Gnostik Okulu´ndan geriye kalanlar bulunuyordu. İzleri sürdürdüğümüzde bu kez günümüz Türkiye´sinin sınırlarının içine giriyor ve kayıp gizem okulunun Güneydoğu Anadolu´da bulunduğu anlaşılıyordu yani Gurdjieff´in kurduğu örgütün en uzak geçmişinde yer alan kayıp gizem okulu Anadolu´daydı; Ama nerede?

İşte burada ortaya çıkan bir adam yeri bulduğunu söyledi, adamın adı Adrian Gilbert´ti,1972 yılında, Adrian Gilbert hacı olmak amacıyla, Filistin´e, Hz. İsa´nın doğum yeri olan Bethlehem´e gitmişti, aslında bilgeliğin peşindeydi, bir gizem örgütü arıyor ve eğitilmek istiyordu. Bölgede bir gizli okulun olduğunu duymuştu, kulağına gelenlere göre Matta İncili´nde adı geçen Maji (büyü) Okulu buradaydı, sıkı bir arayışın ve gizem dedektifçiliğinin sonucunda, o da Gurdjieff´in izine rasladı, Filistin´de ortaya çıkan iz, Fransa´da gelen izle Anadolu´da birleşiyordu ve Adrian Gilbert artık sonuçtan emindi; Kayıp “Kardeşlik Okulu” nun liderini ve yerini bulmuştu; Gilbert´e göre örgütün kurucusu Commagene Kralı I. Antiochus, yeri ise Nemrut Dağı´ydı.


Gilbert, Kral I. Antiochus´un yaşadığı çağda varolan Sarmoung Kardeşlik Örgütü ile yakın ilişkisi olduğu görüşünde, onun Kuzey Fırat bölgesine yayılan küçük krallığının ana simgesi aslandı veya Commagene Aslanı´ydı. Nemrut Dağı´nda bulunan dev mezar anıtta, astrolojik ve Hermetik simgeler kullanılarak, gizem vurgulanmıştı. Nemrut´da bulunan Aslan kabartmasının üzerindeki Astrolojik simgeler aslında bir horoskop yani yıldız haritasıdır ve Gilbert burada belirtilen işaret edilen iki zaman dönemiyle, Kral´ın doğum ve inisiye yani örgütte eğitildiği tarihleri işaret ettiği düşüncesindedir, bu tarih 6 Ocak´tır yani İsa´nın Yahya Peygamber tarafından vaftiz edildiği tarih yani özgün adıyla “epiphanes” günü.


Günümüzde, aynı tarihte Ortodokslar suya haç atarak kutlamalar yapıyorlar. Gilbert, Kral Antiochus´un krallığının henüz bulunmamış bir yerinde 35´ eğiminde, 155 m. uzunluğunda, nereye gittiği bilinmeyen bir tünel olduğunu iddia ediyor. Aslında bu iddia doğru, çünkü arkeologlar uzun zamandan beri bu bulmacanın peşindeler, Kahta´dan Nemrut Dağı´na uzanan tünellerin varlığı biliniyor ama nereye gittikleri henüz anlaşılamadı zira o boyutta kazılar yapılmış değil. Gilbert Commagene Kralı´nın doğum tarihini de hesaplıyor; bu tarih Güneş´in, Regulus yıldızıyla Aslan Burcu´nda buluşum yaptığı tarih yani 29 Haziran. Adrian Gilbert, Urfa´nın da (Eski adıyla Edessa) Orion Bilgeliği ile ilgili bir astrolojik merkez olduğu görüşünde ve bunun kanıtlarının da Eski Ahit´te yani Tevrat´da bulunduğunu belirtiyor.

Hıristiyanlığın ilk yıllarında Urfa, çok önemli bir eğitim merkeziydi ve kutsal kalıntılar hala orada görülür. Haçlılar´ın yıkımlarından sonra bölge, 1145´de İslam Komutanı Zengi tarafından ele geçirilmiş ve 1146´da da Zengi´nin oğlu Nureddin, Haçlıları tamamen uzaklaştırmıştı. Gilbert, araştırmalarında kayıp Kardeşlik Örgütü´nün izlerinin Urfa´da da bulunduğu belirtiyor ve Matta İncili´ndeki “Maji Öyküsü” nü hatırlatıyor. Mesih´in yani İsa´nın doğumu yani Christmas Günü sandığımız gibi 25 Aralık değildir, bu tarih aslında antik bir Pagan festivalini simgeler (Mitralar´ın Doğum Kutlamaları). Gerçek Christmas Milattan önceki 7. yılın 29 Temmuz´udur yani İsa milattan 7 yıl önce doğmuştur ve o gün gök konumu çok özeldir; Güneş her yıl aynı tarihte, “Kral´ın Doğumu” konumuna girer Aslan Burcu´ndaki “Küçük Aslan” veya “Aslan Yürek” de denen Regulus´la buluşur. Bu aynı zamanda da, göğün en parlak yıldızı olan Sirius´un yükseliş döneminin hemen sonrasıdır yani Sirius özgün periyodundaki görünmezlik dönemini bitirerek, yükselmeye başlar. Mısır Mitolojisi´nde Sirius yıldızı, Tanrıça Isis´in özel yıldızıdır, görülmediği dönemde Tanrıça hamiledir, yükseldiğinde yani parlamaya başladığında oğlu Horus doğar, bu da Güneş-Regulus buluşmasıyla simgelenir.

(Sirius yıldızı bir çok medeniyetin tarihinde ve hatta Kur'an'da da yer almaktadır. Yeri geldikçe bu yıldız hakkında daha detaylı bilgiler aktarılacaktır)


İlk Hıristiyanlar, bu mitolojik kavramı kullandılar, Sirius´un yükselmesi Meryem´in doğumuydu ama bu kez doğan Horus değildi çünkü Meryem´in oğlu İsa´ydı, aynı anda görülen diğer parlak yıldızlarda önemliydiler, örneğin Orion Isis´in eşi yani kocası olan Osiris´ti, Hıristiyan kültürü, Osiris´e Joseph yani Meryem eşi kişiliğini verdi. Procyon yıldızı da, Sirius gibi Orion´dan sonra yükselir ve Isis´in kızkardeşi Nephthys ile simgelenir ve o da orta eş kişiliğiyle bazı erken Hıristiyanlık söylencelerinde yer alır.


Zodyak yani Burçlar Kuşağı genelde hayvanlarla simgelenir, Öküz yani Boğa, Koyun yani Koç burçları İsa´nın doğduğu ahırda bulunan ve yemlenen yani beslenen iki hayvandır ve ahır Bethlehem kasabasındadır, kasabanın adının anlamı “Ekmeğin Yeri” dir, Bethlehem kasabası, Judah bölgesinde yani İsrail´in Aslan Kabilesi´nin yaşadığı yerdedir ve bu kabilenin simgesi Aslan Burcu´ndaki veya takımyıldızındaki Regulus´tur, sonuç olarak ezoterik anlamda Güneş-Regulus buluşumu, İsa´nın ahırdaki doğumunu simgeler.

Kabartmada görülen yürüyen aslan formundaki yıldız haritası yani horoskop, Yunan astrolojisi tarzındadır ve bir tarih belirlenmiştir. Bu yöntem atalarımız tarafından zaman zaman kullanılmıştır; Seleucidler, Makedonyalılar, Persler, Büyük İskender, Darius I tarafından kullanılmıştır. Antik Yunan´ın ve Persler´den gelen etkilerin ve Nemrut´ta yapılan geleneksel dinsel ritüeller genel anlamda Orta Doğu´dan Avrupa´ya yönlenen Mitra inançları ve dini ile ilgilidir. Commageneler´in Mitraik inancı, doğudan batıya doğru bir yelpaze gibi yayılırken, kesin olarak Hıristiyanlığın temelini oluşturmuştur yani Hıristiyanlığın kökeni Mitraizm dolayısı ile de Kral I. Antiochos´un katıldığı gizemli Kardeşlik Dini´dir. Kral´ın mimarları, tarihsel göndermeyi yapmak amacıyla, yıldız konumlarını bir aslan formuyla oluşturdular.


Bebek İsa´yı ziyarete geldiklerine inanılan üç çoban krala Bethlehem´e giden yolu yıldızlar gösterir, yıldızların geleneksel yeri ekliptiğin kuzeyindeki simgesel bir hattı oluşturur, bunlar Sirius´dan önce doğan Procyon, Castor ve Pollux´tur, çoban krallara yol gösterirler yani Sirius´un doğacağı yeri gösterirler.


Adrian Gilbert, İsa´nın doğumunda parlayan ve Bethlehem´den izlenen büyük yıldızın tek olmadığına hatta yıldız olmadığına inanıyor, ona göre parlaklığın nedeni iki dev gezegenin yani Satürn ile Jüpiter´in buluşumuydu, buluşum Balık Burcu´ndaydı ve bu nedenle de Hıristiyanlığın gerçek simgesi balıktı. İki dev gezegen, o konumda akşam göğünün (saat 21:30 civarı) en parlak gök cisimleridirler ve çok net olarak çıplak gözle görülebilirler.


Üç çoban kralın ezoterik anlamları da böyledir yani Melchior, Caspar ve Balthasar´ın; Satürn ve Jüpiter, iki kralla simgelenir; Melchior (Altın Kralı Jüpiter) ve Caspar (Mür yani koku kralı Satürn); Jüpiter astrolojik anlamda, sağlığı ve zenginliği simgelerken, Satürn ölüm ve mezarın yanısıra uzun yaşamı simgeler. Mür, Mısır mitlerinde Satürn simgeselliği doğrultusunda, mumyalamada kullanılan bir maddedir. Üçincü Çoban Kral yani üçüncü gezegen Güneş´e en yakın gezegen olan Merkür´dür, bu da Balthasar´dır (veya Belteshazzar), ismin anlamı “Yüce Efendi´nin Öncüsü” veya en yakın yardımcısı şeklindedir. Merkür, Güneş´ten biraz önce doğar yani sultanın veziri gibidir. Bebek İsa´ya altın ve mür´ün yanısıra Balthasar tarafından verilen üçüncü armağan günnük veya buhurdur, günnük simgesel olarak majikal fonksiyonları uyandırır ve Merkür ile astrolojik doğrultuda ilişkilidir.


Adrian Gilbert, tüm öykünün anlamının farklı olduğu görüşünde, bizlere bu şekilde İsa´nın doğum horoskobunun yani yıldız haritasının anlatılmak istendiğini düşünüyor, eğer okuma doğru yapılırsa kesin zaman belirlenecektir. İsa´da Horus gibi bir kral olarak doğmuştur, gezegenlere uygun armağanlar onun doğumunu simgelerler, Matta İncili´nde armağanların baştan çıkarıcı oldukları ve egosal amaçlarla kullanılabilecekleri vurgulanır. Yani üç gezegenin negatif yönleri vurgulanır, negatif yönler pratik Maji´nin reddedilmesi (Merkür), ölümsüzlük arzusu (Satürn) ve krallık yani iktidar hırsıdır (Jüpiter). Daha sonraki olaylarda benzer anlamlar içerirler, Yahya Peygamber Ürdün Irmağı´nda İsa´yı vaftiz ederken cennetten gelen bir güvercin simgeselliğinde İsa´ya en yüksek armağan verilir, bunun anlamı gezegendeki en yüksek krallığın onaylanmasıdır. Artık o, Logos´un yani Varoluş´un aracı olmuştur. Yani Vaftiz´in simgeselliği ve 6 Ocak kutlamalarının anlamı göksel buluşmanın gerçekleşmesi daha da ötede İsa´nın göksel doğumudur. Ama daha sonra bu tarih değişecek, 25 Aralık´a kayarak, antik Roma´nın Satürn şenlikleri Mitralar´ın doğumu ile karışacaktır.Bütün bunlardan anlaşılan şey, Kayıp Kardeşlik Örgütü´nün içeriğidir,


Horus´dan, İsa´ya oradan da Kral I. Antiochus´a uzanan gizemin ezoterik anlamı ve bunun astrolojik metodla, Hermetik Bilgelik düzeyinde simgeselleştirilmesidir fakat tüm anlatılar ve Gilbert´in iddiaları yine de asıl gizemi açıklayamıyor; yıldızların ve gezegenlerin etkinliği ya da önemi acaba kutsallık düzeyinde ezoterik simgesellik midir? Yoksa, dünya dışındaki bir yerler mi ima edilmektedir? Sır, Orion ve Sirius´da saklı gibidir; birgün bunu da öğreneceğiz; ne zaman mı? Kimbilir, belki de Nemrut Dağı´nın altında yatan sırrı çözdüğümüz zaman…

İlk bakışta anlaşılmaz ve karmakarışık görünen bu hikaye daha önce de dediğimiz gibi ezoterik öğretilerin bir sonucudur. İnsanların binlerce kilometre kat ederek bulmaya çalıştıkları şey ezoterik öğretinin eğitimi sonucunda insana katacağı güç ve aydınlanmadır.

Daha önce Nemrut'a hiç bu şekilde bakmışmıydınız bilmiyoruz ama ezoterik öğretilerin gücü peşinde olanlar yeryüzündeki pek çok şeyi bizim gördüğümüz gözle değerlendirmezler. Ezoterik öğreti konusu ve tarihi çok uzun bir öğreti olduğundan, hikaye içinde ancak kısa kısa bilgilendirmelerle yetinilecektir.

Ancak hikayenin bu bölümünde vurgulanmak istenilen şeyin bu öğreti peşinde olanların ya da öğreti sahiplerinin daima gizli bir örgütleşme içinde olmalarıdır. Bu örgütleşme ezoterizmin din ile birleştiği medeniyetlerde genellikle ruhban sınıfının elindedir. İşin ilginç yanı birbirinden binlerce kilometre uzakta ve birbirinden binlerce yıl farkla yaşamış medeniyetlerin mutlaka bir ezoterik öğretisi ve bu öğretilerin kendindne öncekilerle ve sonrakilerle birebir örtüşen sembollerinin olmasıdır. Medeniyet ve zaman değişse bile semboller daima aynı kaldığından, bu sırra sahip olduğunu düşünenler medeniyetlerin kalıntılarındaki bir takım sembolleri kendilerince açıklayarak bir anlamda tarihe ve kutsal inanışlara ışık tutma yolundadırlar.

Yine Kur'an'dan bir örnek verecek olursak, ayetlerde bahsedilenlerden insanları en çok korkutan şey cehennem ateşinde yanmak olacağıdır. Oysa ölümden sonra fiziksel beden yok olduğundan ateşte yanmak gibi bir durumun söz konusu olması beklenemez. Yine bir çok inanç ve medeniyet öğretisinde insanın sadece fiziksel bedenden ibaret olmadığı düşünülmektedir. En genel adıyla bedenimiz ruhumuzun üzerinde ki bir elbiseden ibarettir. Eğer ömrün sonunda cennet veya cehennem gibi ödül sistemi mevcutsa , buraya bedenimizle değil ruhumuzla yani fiziksel olmayan bir bedenle gitmemiz gerekir. Fiziksel olmayan bir bedenin yine fiziksel olarak tariflenen bir ateşte yanması mümkün müdür? Ezoterizme göre Kur'an ve diğer kutsal kitaplarda anlatılanlarda tıpkı Mısır, Budizm ve benzeri medeniyet ve öğretilerin anlatılarında olduğu gibi semboliktir. Dünya tarihi boyunca ortaya çıkarılmış ezoterik öğretilerde ise ateş "ruhsal arınmanın" sembolü olarak kullanılır. Buradan yola çıkılarak Kur'an'da bahsedilen cehennem ateşi ruhun fiziksel bir ateşte yanması değil, yaşamı boyunca işlediği günahların ruhunda oluşturduğu negatif etkilerden arındırılması sürecidir. Gerçeklerle yüzleşmenin ve bazı şeyleri kabullenmenin vereceği acı da cehennem ateşi/cehennem azabı olarak sembolize edilmiştir. Arınan ruh huzura kavuşacak ve cennet o zaman kapılarını ona açacak ya da hisettiği bu arınmanın sonucu huzur ve hafiflik ona cennet hissi verecektir.

Bu Mısır ölüler kitabında anlatılan Maat'ın Adalet Salonu hikayesiyle birebir örtüşen bir anlatımdır. Kutsal kitapların kendinden önceki medeniyetlerin inanç sistemlerinden kopyalandığının iddia edilmesine neden olan bilgiler ezoterik öğretilerdir. Ancak ezoterik öğreti Tanrı'nın başından beri var olduğunu ve tek olduğunu savunur. Yani ezoterik öğretiye göre kutsal kitaplardaki bilgiler kendilerinden önce oluşan inanç sistemlerinin kopyası değil, bilginin yaratıcı tarafından tekrar edilerek insanlara ulaştırılma şeklidir. Bu nedenle başından beri aslında hep aynı ve tek bilgi vardır. Ancak bu bilgi öyle bir kerede elde edilen bir bilgi değil, insanın fiziksel yaşamı boyunca ruhunu arındırma çabası ile daha fazlasına erişilen bir bilgidir. Yani bilginin en yücesine ölümü bekleyip ondan sonraki ruhsal arınma döneminde değil, ölmeden önce fiziksel yaşamdayken arınmayı tamamlayıp erişme durumudur.

Reenkarnasyon düşüncesi insanın bir ömrü boyunca bu aşamaları tamamlayamadığı için yeniden doğması üzerine kuruludur. Yani ruhun ulaşması gereken bir üst seviye vardır ve insan bu arıma çabalarını bir ömürde tamamlamakla yükümlü kılınmamıştır. Bu nedenle son seviyeye gelene kadar yeniden doğar. Her yeni doğuşunda bir önceki hayatlarında geçtiği seviyeler tekrar edilmez kaldığı yerden devam etmesi sağlanır, ama bu yeni fiziksel yaşamlar boyunca da çoğunlukla önceki tecrübelerinin hatırlanmasına izin verilmez.

Arınma ve seviye atlamak için ruhun arındırılmasının anlamı aslında belirli erdemlerin kazanılmasıdır. Bu nedenle kutsal kitaplarda ve öğretilerde hep aynı öğütler tekrarlanır. Bu öğütler neticesinde kazanılan erdemlerle insanoğlu daha üst bir seviyeye ulaşacak ve sonunda altın çağa geçiş sağlanacaktır.

Örneğin Kur'an'da Allah'ın isimleri olarak verilen doksandokuz isim bu erdemlerin bir listesidir. Yani insanın tanrısallaşma yani arınma yolunda bu erdemleri bir bir kazanması gerekmektedir.

Peki ama arınma ya da kamil insan olma veya bunu sağlayabilmek için sırlara erişme isteği nedir. İnsanlık bir an önce kamil olma peşinde midir sahiden? Elbette değildir. Bu öğretiyi bir güç savaşı haline getiren yegane şey, arınma başladıkça bunun insan ruhuna kattığı gücün önemi vardır. Peki nedir bu güç? Bu gücün bütün olarak nelerden oluştuğu tam bilinmese de, eski medeniyetlerin gizli öğretilerinde bahsedilen maji (bir çeşit düşünce gücü ile yapılan büyü) en çok ilgi çeken güçlerden biridir.

Günümüzde parapsikolojik yetenekler, durugörü, öngörü veya zihinsel düşünce ile fiziksel cisimlere ya da insan zihnine, olayların akışına müdahale etmek gibi konular majinin konusudur. Adam Fawler'ın Empati kitabını okuduysanız ne demek istediğim size daha anlaşılır gelecektir. Geçtiğimiz yıllarda best seller listesine giren Secret adlı kitapda ticari bir yüzeysellikle bu sırra gönderme yapmaktadır. Oysaki bu yeni bir keşif değil binlerce yıldır uygulanan bir yöntemdir. Kutsal kitaplarda anlatılan peygamber mucizelerinin de bu güç sayesinde yapıldığı iddia edilir. Çünkü bu gücün kaynağı evren ve Tanrıdır. İnsan ruhu onun nefesinden üflenmiştir ve bu nedenle zaten özünde tanrısal özellikler barındırır.

Ancak bu bilgi insanoğlunun kolay kabul edebileceği bir bilgi tarihin hiç bir döneminde olmamıştır. Bu nedenle sırlar sadece belirli sınavlardan geçirilen kişlere aktarılır ve zamanı gelmeden öncede ne bu kişilere ne de halka asla açıklanmaz. Açıklanması durumda zaten doğan sonuçlar sırrın saklanması gerektiği inancını sağlamlaştırmıştır.

Aklıma gelen buna dair en iyi örnek Hallac Mansur'un hikayesidir. Kısaca özetleyeceğim bu hikaye ve Hallac Mansur'un kimliği hakkında bilgileri bir çok kaynaktan edinmek mümkündür.

Hallac Mansur bir sufiydi. Hemen bilmeyenler için açıklayalım sufizm en genel tanımı ile İslam inancında Allah'a ulaşmanın yollarından biridir. Bir başka tanıma göre, insanın akıl yoluyla erişemediği ilahî hakikatlere ve gayb alemine ait hakikatlere sezgiyle ulaşma yoludur. Yani İslam alemindeki ezoterik bir öğreti sistemidir. Hallac Mansur ruhunun arınması yolunda oldukça yol katetmiş ve Allah aşkıyla kendinden geçmişti. Bu zamanlardan birinde "En hak", "Ben Allah"ım deme gafletinde bulunduğu için korkunç bir şekilde öldürülmüştü. Oysa "Ben Allah"ım cümlesinin altında yatan gerçek Allah'ın nefesinden üflenmiş ruhun, yeniden arınarak Allah'a en yakın olduğu zamanın kastedilmesiydi. Ama hazır olmayanlara zamanından önce açıklanan bu sır yüzünden Hallac Mansur hayatını kaybetmişti. Sufi öğretilerinde zamanından önce sırların açıklanmaması gerektiği anlatılırken bu örneğe sık sık başvurulur.

Maji sadece bir güçtü ve sonuç olarak iyi veya kötü amaçlarla da kullanılması mümkündü bu yüzen sırrı onu koruyabileceklerce saklanması gerekiyordu. Öğretinin verileceği kişilerin sınavlardan geçirilerek seçilmesinin altında yatan temel sebep buydu. Maji'nin kötüye kullanılmasına Kara Maji/Kara Büyü deniliyordu.

Yine eski medeniyetlerin sakladığı sırlardan ezoterik sırlardan bir tanesi daha önceki bölümlerde anlattığımız zamanda sıçrama yapılabildiğine dair bilgilerdi. Yani bu öğretilerin kazandırdığı güçle zamanda ileri veya geriye gitmek mümkün olabiliyordu. Kur'an'da Kehf suresinde anlatılan Zulkarneyn'in hikayesinde de, Zulkarney'nin farklı zamanlara yaptığı yolculuklar anlatılıyordu. Zamanda yolculuk gerçekleştiği durumda dünya için çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir güçtü. Bu nedenle sırlar nesilden nesile seçilmiş kişilerce ve sadece sembollerle aktarıldı. Ancak bu sembolleri okumayı bilenler anlatılan, yazılan veya yapılan taş duvarlardaki sırrı çözebilir veya anlayabilirlerdi.

Altın Çağın başlayıp yaşayan tüm insanların bu sırra erme vakti gelmeden önce bu sırra erişme hırsı hikayenin devamında öğreneceğiniz gibi insanları çok farklı yollara sürükledi.

Gücün peşindeki insanların hikayelerine geçmeden önce tünellerle bu konuyu birbirine bağlayarak devam etmemiz çok daha uygun olacak..

Bundan sonraki bölümde yeryüzündeki mağara ve tüneller ile ezoterik öğretinin tarihinin nasıl kesiştiğine bir göz atacağız.

(devam edecek)

Hiç yorum yok: